Hayatin tadi LA! demekle baslar.
 
 
Ana Sayfa
 
✿; FORUM ✿; (ayrica paylasimlar)
 
FIKH-UL EKBER
 
Akidemiz
 
Akide’nin Tanımı-Akide nedir
 
Selefi Nedir - Selefin Tanımı
 
Allah Arşa İstiva Etmiştir
 
Lâ İlâhe İllallah Kime Fayda Verir
 
Lâ İlâhe İllallah Cennetin Anahtarıdır
 
Rabb
 
ilah
 
Tevhid
 
Tevhid ve Sapmalar
 
Ameller Niyetlere Göredir
 
ibadet
 
Şirk
 
Gizli Şirk
 
ARACI KOYMADA ŞİRK
 
Sevgide Şirk
 
Âshabın Şirkten Sakınmaları
 
Küfür
 
Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kafir, zalim ve fasıklardır
 
Büyük Küfür Çeşitleri
 
TAĞUT
 
TAĞUT VE BAZI TERİMLERİN TARİFLERİ
 
Tağut ve reddi nasıl olmalı
 
Bel'am
 
Atalar Dini
 
BİD'AT VE DINDEKI YERI
 
VELA VE BERA - Dost ve Düşman
 
Allah İçin Sevmek ve Allah İçin Buğz Etmek
 
VELA KAPSAMINA GİREN AMELLER
 
VELA İLE İLGİLİ SORULAR
 
VELA'NIN SINIRLARI
 
MÜSLÜMANIN DİNİNİ AÇIĞA VURMASI
 
İNSANI İSLAM'DAN ÇIKARAN ŞEYLER
 
MUSTAZ'AF KİMDİR
 
RİDDET..İrtidatla İlgili Bazı Hükümler
 
İmtihan Edilen Cariye Hadisi
 
> islam'da Cihad <
 
KURTULUS FIRKASI
 
CIHAD AYETLERI
 
CİHAD Allah’IN DİNİNİ HAKİM KILMAK İÇİN MÜCADELEDİR
 
Cihad Gerçeği
 
Cennet kapılarının hepsinden çağrılan‏
 
ŞEHADET VE ŞEHİTLİKLE (ayet ve hadislerin meali)
 
Kur'ân-ı Kerim'de Cihad Kavramı
 
HİCRET
 
TEVBE VE SARTLARI
 
Havariler Hadisesi
 
Enes B. Malik radiyallahu anh’in Halasının Hakkındaki Hadis
 
Zat’u Envat Hadisi
 
ÖRTÜNME ÇAĞRISI
 
Basörtusu ve Ahlak
 
Hicab ve kadının evinde karar kılması
 
Gelinlik Giymek Caiz midir?
 
PECE HUKMU DELILLER
 
PECE HUKMU DELIL 2
 
HAYIZ VE NIFAS
 
Nifasla Alakalı Konular
 
Hayzla Alakalı Konular
 
İstihaze İle Alakalı Konular
 
Gusülle Alakalı Konular
 
Mendub Olan Gusüller
 
Vacip Olan Gusüller
 
Abdestle İlgili Konular
 
ONLINE KURAN DINLE
 
HER DILDE KUR'AN
 
ISLAMDA DAVET METODU
  MUZIK DINLEMEK HARAMDIR
 
VIDEO - TEVHID
 
PEYGAMBERIMIZIN HAYATI (tavsiye) mp3 dinle indir
 
VEDA HUTBESI
 
VIDEO - PRATIK ARAPCA
 
VIDEO - BIDAT - 1
 
NAMAZ RiSALESi
 
NAMAZ KILMAYANIN HÜKMÜ
 
ISLAMDA COCUK YETISTIRMEK
 
Kolay Bir Doğum İçin…
 
Çocuk ve Mahremiyet-1: Odaları Ayırmak
 
Cocuklar icin boyama kitabi
 
Galeri (Resimler)
 
Haberler
 
Ziyaretçi defteri
 
İletişim
 
Anketler
(©) Coppyright By Umm Yunus At-Turkiyah
TAĞUT
TÂĞUT

'Tâğut', ta-ğı-ye (tağâ) fiilinden türeme bir isimdir. Tağâ fiili, haddi aşmak, azmak, azgınlık etmek, su taşmak, deniz taşmak, zalimce ve despotça davranmak gibi anlamlara gelmektedir.

'Tağâ' fiili Kur'an'da değişik türevleriyle kullanılır. İlk inen surede, dolayısıyla, vahyin en ilk döneminde insan için 'yetğâ' fiili, te'kidli biçimde kullanılır: "İnsan, kendisini müstağni gördüğü için mutlaka azar (tuğyan eder)" (İnnel insâne le-yetğâ; en raâhüstağnâ) (96/Alak, 6-7). Bu ayet insanın, kendisine Allah tarafından verilen her türlü nimetin kadrini bilip, şükretmesi ve mütevazi olması gerekirken, tam tersine, sanki başta kendi varlığı olmak üzere, sahip olduğu bütün şeyleri, kendi kudreti ile edinmiş/yaratmış, kendi kud-retiyle var etmiş gibi bir büyüklenme haleti içine girdiğini, kendini yaratıcısından müstağni gördüğünü ifade etmektedir. İşte insanın bu isyankâr tutumu Kur'an tarafından, hem de vahyin daha ilk başında 'tuğyân' olarak anılmıştır. Tâğut olma yolunda insanın attığı ilk adım da işte budur.
Firavun'a yönelik olarak iki kez 'tuğyan' kelimesi kullanılmıştır. Musa'ya, kardeşi Harun'la birlikte gidip, kendisini tevhide davet etmelerini emreden Allah, Firavun'u 'azmış' (tağâ) birisi olarak tanımlamaktadır. "Firavun'a git/gidin, çünkü o azdı (tuğyan etti)." (20/Taha, 24, 43). Firavun'un azmasının (tuğyanının) mahiyeti ise, neredeyse hiçbir dilsel veya tefsirî araca başvurmadan anlaşılacak kadar açık ve seçiktir: Firavun, ben sizin en yüce Rabbiniz değil miyim? diyecek kadar müstekbir, bütün Mısır ülkesinin kendi mülkü olduğunu iddia eden, toplumun belirli bir kesiminin erkek çocuklarını öldürüp, kızlarını sağ bırakan tam anlamıyla zalim bir kraldır.
Kur'an, şahıs belirtmeden genel anlamda, tuğyan ederek, dünya hayatını ahirete tercih eden herkesin sonuçta varacağı yerin cehennem ateşinden başka bir şey olmadığını belirtir. (79/Naziat, 37). Ahirette cehennem ile cezalandırılan insanlar, orada birbirlerine düşerler. Öncülere uymuş olan (sürü takımı), tâbî oldukları kişileri suçlamaya başlarlar. Fakat öncüler, suçlamaları kabul etmezler ve şöyle derler: "Hayır! Siz zaten iman eden kimseler değildiniz! Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu. Bilakis siz, tuğyan eden bir kavim idiniz!" (37/Saffat, 29-30). Firavun'a ilişkin "o azdı" derken ve dünya hayatını ahirete tercih ederek azanlardan bahseder-ken kullanılan tağâ fiilinin türevi ile, mü'minlere hitaben, "size rızık olarak verdiklerimizin temiz/ helal olanlarından yiyin, bu hususta azıp taşkınlık/nankörlük etmeyin" (20/Tâhâ, 81) uyarısında kullanılan kelime, aynı türevdir. Demek ki, Allah'ın yarattığı helal rızıkların ötesinde rızık aramak veyahut da, Allah'a nankörlük etmek tuğyandır ve Firavun'un tuğyanı ile özde aynıdır.

Fertler halinde insanın tuğyan edici özelliğini gündeme getiren Kur'an bir de, kavimlerin tuğyanından bahseder. Demektir ki, bir kavim de, toplum halinde tâğutlaşma yolunda olabilir. Bir örnek olması için, geçmiş kavimlerle Muhammed (a.s)ın kavmi, kendilerine gelen Peygamberlere takındıkları tavır açısından karşılaştırılır. Önceki kavimler de, ne zaman ki kendilerine bir Peygamber geldiyse hemen ona ya sihirbazdır, ya da mecnundur demişlerdi. Muhammed (a.s)ın kavmi de aynı şeyi söyledi. Sanki diyor Kur'an, bu konuda birbirleriyle sözleşmişler gibi, birbirlerine böyle bir inkar geleneğini vasiyet etmişler gibi! (51/Zariyat, 52-53). Halbuki, hayır, aslında böyle bir vasiyetleşme olayı söz konusu değildir. Böyle bir vasiyetleşme olmadığı halde, kafirliğin bir gereği olarak toplumlar, aynı inkarcı biçim üzerinde buluşuyorlar. Nasıl ki "akıl için yol bir"se, küfür için de yol hemen hemen öyledir. Zaten Kur'an, peygamberlerini sihirbaz ve mecnun olarak gören insanların öylesine bir sözleşmişlikten değil, tuğyan (azgınlık/taşkınlık) eden kavim olmalarından dolayı bu sonuca ulaştıklarını belirtmektedir. (51/Zariyat, 53).

Aynı meseleyi Muhammed (a.s) bağlamında tekrar gündeme getiren Kur'an, "Muhammed bir şairdir, onun, zamanın felaketlerine çarpılmasını bekliyoruz" demelerinin akleden değil, tuğyan eden bir kavim olmalarından kaynaklandığını ifade etmektedir. (52/Tur, 30-32). Buna göre, Peygamberlere iman etmemek, ya mecnundur veya şairdir diyerek bir şekilde Peygamber'i reddetmek, tâğutluğun belirtisidir. Ancak tâğutlar Peygamberleri bu şekilde reddederler. Nuh kavmini anlatırken de Kur'an'ın onları "en zalim ve en azgın" (innehum kânû hüm ezlemu ve etğâ) olarak nitelemesi dikkat çekicidir. (53/Necm, 52).

Tuğyan, isyan etmede haddi aşmak demektir. Yahudiler'in "Allah'ın eli bağlıdır" demek ve benzeri kafirliklerini (5/Maide, 64) ve hem Yahudiler'in hem de Hristiyanlar'ın kendi kitaplarını hakkıyla uygulamadıklarını (5/Maide, 68) hatırlatan Kur'an, onların bu sapkınlıklarını 'tuğyan ve küfür' olarak nitelendirir. Bu iki ayette, sözünü ettiğimiz iki mesele dile getirildikten sonra şöyle denmektedir: "…Yemin olsun ki, sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını (tuğyan) ve küfrünü artırır." Çünkü Kur'an, ehli kitabın açıklarını ele veriyor, onların ihanetini ortaya çıkartıyordu. Böylece suçlu pozisyonuna düşüyorlar ve tuğyan ediyorlardı. Kur'an'a olan kinleri ve taşkınlıkları bundandı.

İşte, Yahudiler'in, "Allah'ın eli sıkıdır" demelerini de kapsayan, Allah'a kafirce iftiralar atmalarından, Kur'an'a ve Muhammed (a.s)a düşmanlık etmelerine varıncaya kadar, hatta kendi aralarına kıya-mete kadar sürecek bir kin ve düşmanlık konulmuş olması Kur'an dilinde 'tuğyan' kapsamına alınmıştır. Tâğutluk işte böyle bir tuğyanla alakalı ve bağlantılıdır. Sonuçta tuğyan edimlerini işleyenler tâğut olmaktan başka bir yolda değildirler.

Musa ile Allah katından ilim verilen kul hikayesinde, o kulun bir çocuğu öldürmesinin gerekçesi olarak da, çocuğun ileride mü'min ana-babasını azgınlık (tuğyan) ve küfre bulaştırma tehlikesi gösterilmektedir. (18/Kehf, 80). İkiyüzlü kafirlerin mü'minlerle alay etmeleri, mü'minlerin ardından her türlü fitne-fesat kazanını kaynatmakla beraber, yüzlerine karşı "biz sizinle beraberiz" diyerek, kendilerince alay etmelerini Kur'an 'tuğyan' olarak adlandırır ve Allah'ın onlara bu tuğyanları içinde amaçsız, başı boş, serserice, yolunu kaybetmiş biçimde dolaşmalarına mühlet verdiğini beyan eder. (2/Bakara, 15). Buradan kolayca anlaşılacağı üzere bir zümrenin, Allah'ın, kalplerini mühürlemesini gerektirecek kadar kafirlikte ileri gitmeleri tuğyandır.

Allah'ın dışında başka varlıklara (bunlar sonuçta insanlardır) tapan Mekke müşrikleri, eğer kendilerine bir mucize gelirse, iman edeceklerini ileri sürüyorlardı. Allah ise, böyle bir mucize verdiğinde yine inanmayacaklarını biliyordu ve onların bu iki yüzlülüğünü yüzlerine vuruyor ve şöyle diyordu: Biz bir mucize verdiğimizde yine inanmadıkları zaman, ilk baştaki gibi onları tuğyanları içinde şaşkın, başı boş, amaçsız, ne yapacağını bilmez bir halde bırakıveririz. (6/En'am, 110). Allah'ın dalâlette bı-raktığı kimseleri hidayete erdirecek başka herhangi bir güç ve kudret yoktur. Bu kimseler kendi azgınlıkları içinde şaşkın perişan vaziyette kalakalırlar. (7/A'raf, 186). Bunlar aynı zamanda ahirete inanmayan, ısrarla Allah'ın dümdüz yolundan çıkan kafirlerdir. Allah onlara merhamet edip, sıkıntılarından kurtarsa bile, onlar yine tuğyanlarına devam edecek, körlük içinde bocalamaya devam edecekler, her şeye rağmen yine de îman etmeyeceklerdir. (23/Mü'min, 75). Şu halde Allah'a kalan iş, O'na kavuşmayı (ahireti) beklemeyenleri kendi azgınlıkları içinde debelenmeye terk etmektir. (10/Yunus, 11).

Tâğut kelimesi Kur'an'da birkaç defa geçmektedir. Bakara suresinin 256. ayetinde, tâğut Allah'ın dışında, kendisine adeta Allah gibi bağlanılan varlıklar olarak tanımlanmaktadır. "Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk (rüşd) sapıklıktan iyice ayrışmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a iman ederse, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmış demektir. Allah işiten ve bilendir." (2/Bakara, 256).
İşte bu ayetle, devamı olan 257. ayet, Nisa, 51, 60, 76; Maide/60; Nahl/36 ve Zümer/17. ayetlerinde bahsedilen 'tâğut' ne ise, tâğut kavramı odur. Dolayısıyla şimdi bu ayetlerdeki 'tâğut'u anlamaya çalışalım.

Yukarıda mealini yazdığımız Bakara suresinin 256. ayetinde geçen 'tâğut', şeytan, putlar, kâhin ve sihirbaz, cinlerden ya da şeytandan birileri olarak yorumlanmıştır. Rağıb el-İsfehanî, "haddi aşan her azgına ve Allah'ın dışında kendisine tapılan her mâbuda tâğut denir" demektedir. Kâhin, sihirbaz veya cinlerden kimilerine tâğut denmesi, bunların insanları Allah'ın yolundan döndürmesi nede-niyledir. Zira Allah'ın hak yolundan yüz çevirten her şey tâğut cinsindendir. Yukarıda mealini verdiğimiz Bakara suresinin 256. ayeti, "sağlam bir kulpa yapışmış" gerçek bir mü'min olmayı iki şarta bağlamıştır: Birincisi, tâğutu reddetmek, diğeri de Allah'a iman etmektir. Bu durumda tâğutu reddetmek (küfretmek) Allah'a imanın koşulsuz şartı sayılmaktadır. Şu halde tâğut, Allah'ın dışında, Allah'a iman etmeyi engelleyen, Allah'a iman etmekten insanları alıkoyan, yollarını şaşırtan, zihinlerini çeldiren şey ya da şeylerdir. Allah'a karşı azgın ve isyankar olup, gerek kahren ve cebren ve gerekse yumuşaklıkla, gönül rızası ile kendisine insanları perestij ettiren, kendisini mâbud ittihaz ettiren insan, şeytan, put veya benzeri bir şey tâğuttur. Bunların ortak özelliği insanları Allah yolundan men etmektir. Allah'ın kullarının mâliki ve hâkimi olduğunu iddia eden ve insanları kendi kulu olmaya zorlayan kimselere tâğut denmiştir.

'Tağut'un salt 'şeytan' olarak tercüme edilmesinin yanlış olduğu kanaatindeyiz. Gerek Mekke, gerekse Medine toplumuna bakıldığında, bu toplumların doğrudan şeytana tapmadıkları görülecektir. Benzer şekilde, kâhinlere, sihirbazlara da tapmı-yorlar, bunları tanrı yerine koymuyorlardı. Ehli kitabın dışındaki müşrik Araplar putlara perestij ediyorlardı. Fakat putların şahsında, putların temsil ettiği şirk esasına dayalı bir inanç/din sistemine bağlıydılar. Putlar bu inanç sisteminin sembolleri, putperest toplumda içkin olan dînî-akîdevî yapının zahirdeki temsilcileridir. Esas olarak o putların arka planında yatan anlam önemlidir. Nitekim bu putların suretlerini acıkınca da yiyebiliyorlardı ama bu, putperestliği yedikleri anlamına gelmiyordu. Tarihin her döneminde putperestler bu put sembollerle kafirce ve müşrikçe akidelerini ve yaşam biçimlerini ifade etmişlerdir.

Buradan şu sonuca varıyoruz: Bakara suresi 256. ayette Allah'a iman etmenin şartı olarak belirlenen ve 'küfredilmesi' zorunlu olan tâğut, şeytan değil, bizzat insanla ilgili bir kavramdır. Fakat tâğut kâhin veya sihirbaz da değildir. Tâğut, Allah'ın dışında şöyle veya böyle bir yaşam felsefesi oluşturan, bir dünya düzeni kuran bir kafir sistemdir. Bu, Mekke gibi toplumlarda, reislerin yönettiği, içi dışı putlarla doldurulmuş bir Kabe'yi merkeze alan, Darun Nedve gibi siyasi üsse sahip; para, kadın, kabilecilik gibi süflî zevklerin yüceltildiği, insan haysiyetinin hiçe sayıldığı gerçek bir şirk düzenidir. Medine gibi toplumlarda ise Vahyin tahrif edil-mişliğinden cesaret alan, İslam'ın düşmanı hükmetme mercileridir. İşte Kur'an'ın, inkar edilmesi Allah'a iman etmenin ön koşulu olarak ortaya koyduğu tâğut bizce budur.

Tâğut sisteminde şeytan elbette çok önemli bir aktördür, putlar önemli sembollerdir, kâhinler, sihirbazlar ve şairler nüfuzlu kimselerdir fakat bunların her biri tek başına bu ayette konu edilen tâğutun bizzat kendisi değildirler. Ama bilinmelidir ki bunları hem tek tek hem de bir bütün (sistem) halinde reddetmek, ayetin ifadesiyle 'küfretmek' gerekmektedir. Aksi taktirde sağlam bir kulpa yapışılmış olmayacaktır. Tıpkı "la ilahe illallah" tevhid sözünün, ilkin 'lâ' ile başlaması gibi, tâğut bağlamında da tâğutu reddetmek, 'lâ'nın yerine kaim olmakta, 'lâ' gibi önce Allah'ın dışındaki bütün kafirce sembolleri, Allah'dan gayrı kendisinde mâbudluk özelliği var sanan bütün ilahları, rableri reddetmekte, Allah'dan men eden her türlü azgın saptırıcıyı ara-dan çıkartmakta ve ondan sonra Allah'a iman etmenin yolunu açmaktadır. Biraz daha açıklayacak olursak, "tâğutu inkar ederek Allah'a iman etmek" sözü, "lâ ilahe illallah" kelime-i tevhidinin tefsiri sadedindedir. Dolayısıyla, şirk bulaşmış her türlü fikri ve kişileri reddedenleri, "sadece eleştiriyorsunuz" gibi gerekçelerle ve hatta meseleyi "Müslü-manın müslümanı eleştirmesi" olarak algılayanların hem lâ ilahe illallah sözünü ve hem de "tâğutu küfredip Allah'a iman etme" ilkesini anlayışlarında sorun olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kur'an tâğutun insanlara kazandırdıklarıyla ilgili rolünü tanıtarak onu daha iyi kavramamızı istemektedir: Allah mü'minlerin velisi olup onları karanlıklardan (zulümattan) nura çıkarmakta iken, tâğut da kafirlerin velisidir ve o da insanları nurdan zulümata düşürmektedir. (2/Bakara, 257). Buna göre tâğutun rolü, Allah'ın yaptığının tam tersidir. Eğer tâğut şeytan olsaydı, doğrudan şeytan olarak anılırdı. Böyle değil de 'tâğut' denmesi bu şeyin şeytandan başka bir varlık olması gerektiğini düşündürmektedir. Dolayısıyla bu tâğutun, yukarıda belirttiğimiz gibi, velisi, yol göstericisi şeytan olan, Allah'a iman etmeyen ve putperestlik bariz özelliği olan kafir bir sistem olması uygun düşmektedir.

Kur'an tâğutla beraber bir de cibt kavramına yer vermektedir. Allah'dan gayrı, kendisine ibadet edilen her şeye cibt denmektedir ki bunlar da putlar demektir. Nisa suresinin 51. ayetinde ehli kitabın, cibt ve tâğuta iman ettikleri ve kafirleri, mü'minlerden daha doğru bir yol üzerinde gördükleri belirtilmektedir. Bu şu demektir: Yahudiler ve Hristiyanlar, şüphesiz içlerindeki kin ve kıskançlık gibi nedenlere bağlı olarak, cibt ve tâğut olarak anılan, kafirlerin tapındıkları ilahları ve Allah yolundan alıkoyucu sistemlerini beğenmekte, cibtin ve tâğutun varlığı kendileri için herhangi bir sorun teşkil etmemektedir. Sorun teşkil etmediği gibi, putperestlerin yaşam tarzını ve Allah yolundan alıkoyuculuklarını mü'minlerden daha tercihe şayan bulmaktadırlar. Halbuki aynı "lâ ilahe illallah" onlara da vahyedilmişti ve onlar da tâğutu reddedip bir tek Allah'a iman etmekle mükellef kılınmışlardı.

Maide suresinin 60. ayetinde ehli kitabın içinden tâğuta tapan bir zümrenin varlığına işaret edilmekte ve bunlara 'abede-i tâğut' denmektedir. Bu ta-nımlama Yahudiler'in Üzeyir'i, Hıristiyanlar'ın İsa'yı ilahlaştırmalarını akla getirmekte ve onların tâğutla aralarının 'iyi' olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır. Oysa ki Allah'a iman eden mü'minlerin tâğuta kulluk etmekten kaçınıp, bir tek Allah'a yönelmeleri, sadece O'na tapmaları emredilmiştir. (39/Zümer, 17). İşte, Allah'ın kulluk etmekten kaçınmayı emrettiği tâğut, kendisini ilah yerine koyan, insanları kendisine perestij ettiren kafir otoritelerdir. Bunlar, puta tapmak gibi bir küfrün daha da ilerisine gitmiş, kendilerini tapılan mevkiine koymuşlardır. Bunun için tâğut olmuşlardır.

Tâğut 'şeytan' gibi gözle görülmeyen bir varlık değil, önünde muhakeme olmaktan bahsedilen bir hüküm mercii (4/Nisa, 60), Allah katından olmayan (beşerî) hükümlerle karar veren otoritedir. Allah'ı tek hüküm koyucu, Rasulü'nü nihai otorite kabul etmeyen hüküm sistemi tâğuttur. Maide suresinin 44, 45 ve 47. ayetlerinde önemle vurgulanan Allah'ın indirdikleriyle hükmetmenin gereği ve bununla hükmetmeyenlere biçilen akidevî kisve, tâğutu anlamaya katkı sağlamaktadır. Yani Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyi reddedenler kafir, zalim ve fasıklar olup aynı zamanda tâğutturlar. Bu ayette konu edilen kişinin Ka'b b. Eşref olduğu rivayet edilmekteyse de bu rivayet çelişkiler taşımakta ve yerine oturmamaktadır. Şu var ki, tefsir geleneğinde ayetteki tâğut kavramının sonuçta bir 'insan' olarak algılandığını göstermesi bakımından dikkate değerdir.

Allah her ümmete Allah'a iman edin ve tâğuttan kaçının buyruğunu tebliğ etmesi için peygamberler göndermiştir. (16/Nahl, 36). Bu beyandan, tâğutun, Allah'a tapmanın karşı tezini oluşturan küfür ve şirk yolu olduğu anlaşılmaktadır. Allah'a yapılmayan her tapma batıl olup şirk ya da küfür olarak adlandırılacağına göre, tâğut, Allah'ın dışında edinilen değişik ilahlar şahsında, küfür sistemlerini temsil etmektedir.

Kur'an, tâğutu, uğrunda kafirlerin savaştıkları, mücadele verdikleri, Allah yolunun (sebîlillah) muarızı olarak tanımlar. (4/Nisa, 76). Mü'minler nasıl ki Allah yolunda savaşırlarsa, kafirler de tâğutun yo-lunda savaşırlar. Fakat tâğutun yolu demek olan şeytanın dostlarının bu yolu, yani onların hileleri zayıftır ve mü'minler bu zayıf tuzağı kolaylıkla boşa çıkartacak güce sahiptirler.

Mü'minler tağuta perestij etmekten, tağuta dostluk beslemekten ve tağutun önünde muhakeme olmayı istemekten beridirler. Şirk nasıl kaypak bir sistemse, tağuti sistemler de kaypaktır. Kelime ve kavramları flûlaştırmakta mahir, dini tahrif etmekte deneyimlidir. Bu açıdan mü'minler tâğuta karşı ancak yüzde yüz Kur'an'a dayanan tevhid akidesiyle müteyakkız olabilirler. Kafirlik geleneği, İslam'a olan hasımlığını, makyaj tazeleyerek, kelimeler ve kavramlara yeni anlamlar yükleyerek, ışıltılı/ sırıtkan maskeler takarak var gücüyle sürdürmektedir. Mü'minlere düşen, kendilerinin, isimleri gereği zorunlu olarak Allah yolunda mücadele etmeleri gerektiğini bilmek ve bu imanlarını hiçbir zaman yitirmemektir


______________________________________________________________________________-


Tuğyân; Anlam ve Mâhiyeti


Tuğyân, taşkınlık, azgınlık, sınırı aşmak demektir. Fiziksel güçlerin normal sınırları aşacak şekilde faal hale gelmeleri de tuğyanla ifade edilmiştir. 'Su tuğyan ettiğinde (kabarıp taştığında) sizi akıp giden (gemi) de taşıdık.' (69/Haakka, 11) Bu şekilde taşan ve her yeri kaplayan şeye tâğıye denilmektedir. Kavram olarak tuğyân, isyan ve günahta, sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmektir. İnsanın haddi ve ölçüyü aşması demektir. İnsanın haddi; Allah'ın, onun için koyduğu sınırıdır ki, kişinin onu aşması caiz değildir. İnsanın değeri, Allah'a kul olması itibariyledir; onun için Rabbına itaatı ve sürekli kulluk sınırı içinde bulunması gerekir. Ne zaman, Allah'ın insan için koymuş olduğu aşılmaması gereken hududu aşar, ölçüyü kaçırırsa tuğyana düşmüş, Allah'a isyan etmiş olur. Tuğyân kelimesi, türevleriyle birlikte Kur'an'da 39 yerde geçer. Bu türevlerden 8'i, tâğût şeklindedir. Tâğût, tuğyanı yaşayan ve yaşatan kişi veya güç anlamındadır.


Tuğyan, istikametten bir sapmadır (11/Hûd, 112) . Tuğyana sapmanın musallat edeceği denge bozukluğu (hastalık) insanı aldatır, kuruntu ve hayale esir eder. İnsan bu duruma gelince nefsinin oyuncağı olur ve karanlığı ışık zannetmeye başlar. Kur'an, bu özelliği belirtirken, inkârcıları 'tuğyanları içinde oynayıp oyalanan gafiller' olarak tanıtır. (Bkz. 6/En'âm, 110; 7/A'râf, 186)


İnsan, belli nimetlere kavuştuğu ve kendisini başkalarından müstağnî zannettiği, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği zaman, artık Allah'ı da unutur; gerçek kudret, ilim ve dilediğini yapabilme güç ve iradesine sahip olanın yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum, insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeğe girişir. İşte, bu hal tuğyan halidir. Bu tür insanlar da Kur'an diliyle tâğîdir.


Kur'an, bozgunculuk yapmayı, kendi izinleri olmadan halkın, yoksulların din değiştirmelerine ve dinlerini yaşamalarına rıza göstermemeyi, kendi üstünlüklerini tartışmasız kabul etmeyi, sadece kendi kuvvetlerine güvenmeyi, bu nedenlerden dolayı şımarıp böbürlenmeyi, yeryüzünde çalım satıp gösteriş yaparak yürümeyi, kısacası velî edindikleri şeytanın taraftarı (hizbi) olmayı, tuğyana kalkışanların vasıflarından sayar. (Bkz. 17/İsrâ, 16; 20/Tâhâ, 71; 23/Mü'minûn, 47; 41/Fussılet, 15; 40/Mü'min, 75; 8/Enfâl, 47; 58/Mücadele, 19)


Ayetlerden anlaşıldığına göre tuğyan, hak hukuk ve sınır tanımamak, inatçı ve zorba bir tavır içerisinde olmak, böbürlenmek, kibir göstermek ve zulmetmek, insanlığı ezmek, mallarını gasbetmek, insanlara acımamak ve dolayısıyla Allah'ı bir ve gerçek Rab olarak tanımayarak O'na ortak koşmak, kısacası nefsinin, heva ve hevesinin peşinde gitmek ve bâtıl ile hüküm vermektir.


Yalancılık, isyan ve şerefsizlik etmek tuğyan olarak belirtilir. (79/Nâziât, 17, 21-24) Tuğyan, istikametten bir sapma olarak değerlendirilir. 'Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte, emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin. Doğrusu Allah, yaptıklarınızı bilir.' (11/Hûd, 112)



Aşırı tüketim ve yemekte sınırı aşmak da bir tuğyandır. İsrail oğullarına verilen dünyevî nimetler belirtildikten sonra, aşırı gıda tüketiminin yasaklandığı anlatılır: 'Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin. Bunda aşırı (ölçüsüz) gitmeyin ki gazabıma çarpılmayasınız. Gazabımı hak eden, şüphesiz mahvolur.' (20/Tâhâ, 80-82)



Dengeyi bozmak, tartı ve ölçüde adaletsizlik de tuğyandır. 'Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.' (55/Rahmân, 8-9) Buradaki ölçü ve tartıya riayet, doğruluk ve haklılık ölçüsünden şaşmamak biçiminde de anlaşılmıştır.



Kur'an; Firavun'un, Nuh kavminin, Semud kavminin ve daha başka üzerlerine Allah'ın gazabının hak olduğu kavimlerin durumlarını tuğyan kelimesiyle açıklar. Bunlar, kendilerini yeryüzünün en büyük ve istediklerini istedikleri biçimde yapabilecek gücü olarak görüp tam bir istiğnanın içine girmişler, tuğyanın içine dalmışlardır. Semud kavmi bağlarda, bahçelerde, çeşme başlarında ve hurmalıklar arasında zevk ve safa içinde yaşayıp müsriflerin emrine itaat etmekle ve Salih (a.s.) 'ın uyarmalarına kulak tıkayarak Allah'ın ayetlerine yüz çevirip O'na şirk koştukları yetmiyormuş gibi bir de kendilerinin istedikleri bir mucize olan deveyi boğazlamakla (26/Şuarâ, 146, 157) tuğyankâr olmuşlardı. Âd kavmi, ebedi hayat umuduyla köşkler dikip boş şeylerle uğraşırken, yakaladıklarını zorbaca yakalar ve yeryüzünde fesat çıkarırken Hûd (a.s.) 'ın çağrısına uymayarak Allah'a şirk koşmaya devam etmekle tuğyan içine batmışlardı (26/Şuarâ, 128-130) .



En zâlim ve en tuğyankâr olarak nitelendirilen Hz. Nuh'un kavmi (53/Necm, 52) kendilerini üstün görüşlü ve mü'minleri de ayak takımı olarak değerlendirmeleri, Hz. Nuh'u taşlamakla tehdit etmeleri ve bir an önce kaçınmaya çağırdığı azabı getirmesini istemeleri, çağrısına kulaklarını tıkayıp kibirli kibirli ayak diremeleri, büyük büyük tuzaklar kurup taptıkları sahte tanrıları bırakmamalarıyla (11/Hûd, 27, 32; 26/Şuarâ, 11, 116, 71/Nuh, 7, 22-23) şehirlerde tuğyanda bulunmuş ve fesadı artırmış oluyorlardı. (89/Fecr, 11-12) Aynı şekilde Firavun da İsrailoğullarına akla gelmedik zulümler yapıyor, erkeklerini boğazlatıp kadınlarını kirletiyor, Hz. Mûsâ'nın çağrısına sağır kesilip Allah'a şirk koşuyor ve kendisini insanların en büyük Rabbi ilan ediyordu.



Kur'an, Nuh tufanı sırasında suların köpürüp azmasını tuğyan kökünden bir fiille (tağâ = tuğyan etti) ifade etmektedir. İlginçtir ki, suların tuğyanı ile boğulan Nuh devrinin zalimlerini Kur'an, 'zulme sapan, tuğyan edip azan' bir kavim olarak anmaktadır. 'Ceza, amel cinsindendir' prensibi bu olayda net olarak kendini göstermekte ve insanın tuğyanını tabiatın tuğyanı ile cezalandıran sünnetullaha bu ayetler dikkatimizi çekmektedir. Yine benzer bir durum Semud kavmi için de söz konusu edilmiştir. Haakka suresi 5. ayette, Semud kavmi azgınlarının 'tâğıye' ile helak edildikleri belirtilmektedir. Bu 'tâğıye' de tuğyan kökünden türeyen bir isim olup, tuğyan eden insanları cezalandırmak için Allah tarafından devreye sokulan tuğyan edici bir tabiat kuvvetini ifade etmektedir. Bu ayette cümle o şekilde düzenlenmiştir ki, tâğıye, hem Semud kavmini helak eden kuvveti, hem de bu kavmin helakine sebep olan tavrı aynı anda ifade etmektedir: 'Semud kavmine gelince, onlar tâğıye (tuğyan eden, azan) bir topluluk oldukları için tâğıye ile (yani azıp kuduran bir tabiat kuvvetiyle) mahvedildiler.' (69/Haakka, 5)




Esas ceza ahirette olduğu halde, özellikle eski kavimlerden haddi aşıp isyan eden, azarak kendinden başka güç tanımayan insana, Allah'ın emrine boyun eğen tabiî hadiseler (tufan, fırtına, zelzele vb.) yoluyla haddi bildirilir. Akıl sahibi ve şerefli olarak yaratıldığı halde baş kaldırıp isyan eden, her istediğini yapabileceğini zanneden azgın insan, akıl sahibi olmadığı halde her emre boyun eğen 'Allah'ın askerleri' (48/Fetih, 7) olan tabiat güçleri, yani doğal âfetler tarafından mağlup ve perişan edilir.

İnsanı Tuğyana Sevkeden Şeyler



Tuğyan, insanın tabiatında vardır: 'İnsan gerçekten azar.' (96/Alak, 6) Ayetin hemen devamında, insanın tuğyanının temel sebebi gösterilir: İstiğnâ; yani insanın kendini kendine yeterli görmesi, kendisini hiç kimseye muhtaç olmayan bir konumda zannetmesi ve okumaması, vahiyden/ilimden uzak olması. (bkz. 96/Alak, 7 ve 1-5) . İnsanı istiğnâya, dolayısıyla tuğyâna sürükleyen en büyük etken, ya malının çokluğu veya nüfuzlu otoritesidir. Birincisi malın tuğyânıdır; ikincisi ise otoritenin. Siyasî otoritenin tuğyânı tâğut kavramıyla ifade edilir. Tuğyanın her iki türü de değişmez sünnetullah gereği, helâk edicidir.




Allah, insanların azıp sapmamaları için her şeyi ölçü ile yaratmış, rızkı da belli bir ölçü ile insanlara vermiştir: 'Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir.' (42/Şûrâ, 27) 'İnsanın açık bir düşmanı olan şeytan' (12/Yûsuf, 5) ve 'kötülüğü çok emreden nefis' (12/Yûsuf, 53) insanı azgınlığa ve sapıklığa teşvik eder. Bunun için Kur'an, nefis ve şeytana karşı insanı sık sık uyarır ve onların vesvese ve saptırmalarına karşı uyanık bulunmayı emreder. Allah'ın bu uyarısı, insanlara olan lütuf ve merhametinin bir eseridir. Allah insanı başıboş bırakmamıştır (75/Kıyâme(t) , 36) . Başıboş bıraksaydı, insanın aleyhine olurdu; ademoğlu azıp sapardı. Bununla beraber, insanların çoğu bilgisizlikleri ve akılsızlıklar yüzünden iman etmemişlerdir.




Tuğyan, insan egosunun, kendini ilahlaştırması, her şeyin, herkesin üstünde görmesi halinde ortaya çıktığında doruk noktadır. Kur'an'a göre, bu doruk noktanın tipik temsilcisi Firavun'dur. (Bkz. 20/Tâhâ, 24, 43; 79/Nâziât, 17) Firavun, bütün gücün kendi elinde olduğunu vehmediyor, insanları küçük görüyor, onları öldürüyor ve en kötü işkenceye maruz bırakıyordu. (2/Bakara, 49; 144/İbrahim, 6) . Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu kölesi; Mısır ve başta Nil olmak üzere tüm nehirler onun mülkü idi: 'Firavun, milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? (43/Zuhruf, 51) Firavunlar medeniyeti bir tuğyan medeniyeti idi; batışları bu yüzden olmuştur: 'Görmedin mi Rabbin ne yaptı? O sütunlar, saraylar sahibi Firavunlara. Onlar ki, ülkeler boyunca tuğyan sergilediler (azgınlık ettiler) ve oraları fesada boğdular. Sonunda Rabbin onların üzerine azap kamçısı yağdırdı.' (89/Fecr, 11-13)


Bütün uygarlık ve saltanatların çöküşü tuğyan (azgınlık) yüzündendir. Bu, daha çok, maddî değerlere aldanarak azmaktır. Her çöküşün altında bu yatar. Tuğyana sapanların cezaları, bir tabiat tuğyanı olan ateşle verilecektir. Cehennem, tabiat kuvvetleri tuğyanının çok güçlü bir belirişidir.



Tuğyancı zalimlerin cezalandırılmasında en uygun yol, cehennemle ceza yoludur. (Bkz. 79/Nâziât, 39) Cehennem, bir gözetleme yeridir, tuğyana sapmışlar için bir dönüş/varış yeridir. (78/Nebe', 21-22) Böyle olduğu içindir ki, cehennem ehli, birbirlerini suçlarken sürekli: 'seni tuğyana ben itmedim' şeklinde konuşacaklar; 'tuğyana sapmış bir topluluk idiniz, haydi görün sonunuzu! ' hitabını duyacaklardır. (50/Kaaf, 27; 37/Saffât, 23, 31; 38/Sâd, 55-56)




İnsanın kendisine verilen emretme ve yasaklama yetkisi ve gerektiğinde başkalarına zorla yaptırımı sebebiyle ölçü ve haddini aşması, Allah'ın koyduğu hükümlerle belirtilen hududların dışına çıkmasıdır. Bu tuğyan türü, genelde yönetici ve emir sahiplerinde olur. Çünkü onların güç ve yetkileri ve bu konulardaki azgınlık ve taşkınlıkları insanların genelini ilgilendirir. İnsanların tuğyânı, bazan insanı rububiyet iddiasına kadar götürür. Bu, ya Firavun'un yaptığı gibi lisan-ı kaliyle (konuşma diliyle) veya nice tâğutun yaptığı gibi lisan-ı haliyle rablık iddia etmekle olur. '(Adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: 'Ben sizin en yüce rabbinizim' dedi.' (79/Nâziât, 23-24)



İnsan tuğyânına baş örnek Firavun'un tuğyanıdır. Onun haddini aşması ve ölçüyü kaçırmasının bir görüntüsü, rububiyet dâvâsı güdecek kadar gerçek Rabb'e; haklarını küçümseyecek, zulmedecek ve köleleştirecek kadar da insanlara karşı büyüklenmesidir. Nitekim Allah, birçok ayetinde ibret ve öğüt almak için, Firavun'un tuğyanını ve bu azgınlığı yüzünden başına gelenleri tekrar tekrar anlatmıştır. Bu da insanların çoğunun otorite tuğyânıyla imtihana tâbi tutulduğunu gösterir. 'Musa'nın haberi sana geldi mi? Hani Rabbi ona Kutsal Vadi'de Tuvâ'da seslenmişti: 'Firavun'a git, çünkü o tuğyan etti (azdı) .' (79/Nâziât, 15-17) Buradaki tuğyanı, hem Yaratıcı'ya karşı, hem yaratılanlara karşı haddi aşmak olarak anlayabiliriz. Yani Firavun, küfürle Yaratıcı'ya karşı baş kaldırdı; halkı köleleştirmek ve onlara zulmetmek suretiyle de yaratılanlara büyüklük tasladı.



Firavun, rububiyet (rab'lık) iddia ederek tuğyanın zirvesine ulaştı. O, bu bâtıl iddiasıyla, yöneticiliğini yaptığı vatandaşların kendisine, kendi kanunlarına uymalarını; Allah da olsa, kendi ilkelerine ters düşenlere itaat etmelerini yasaklıyor, bu mutlak itaat edilmeye kendini yetkili görüyordu. Fahreddin Râzî'nin yorumuna göre Firavun, rablık iddiasıyla şunları diyordu: 'Ben, sizin terbiye eden, büyütüp geliştiren, ihsan eden rabbinizim. Size âlemde emredecek ve yasak koyacak da ancak benim! '

İnsanlara Zulüm de Tuğyandır



'Görmedin mi Rabbın ne yaptı Âd kavmine? Yüksek sütunlarla dolu İrem'e? Ki şehirler arasında onun eşi yaratılmamıştı. Vâdide kayaları oyan Semûd'a? Ve kazıklar sahibi Firavun'a? Bunlar ülkelerde azmışlardı. Oralarda çok kötülük etmişlerdi. Bu yüzden Rabbın onların üzerine azap kırbacını çarptı. Elbette Rabbın her an gözetlemededir.' (89/Fecr, 6-14) Bunlar ülkelerinde azmışlardı; yani isyan edip günah işlediler. İnsanlara eziyetle ve yeryüzünü fesâda uğratmakla haddi aştılar. Kazıklar sahibi Firavun denilmesi: Firavun, yere dört kazık çaktırır, işkence edeceği kimseleri ellerinden ve ayaklarından bu kazıklara bağlatır, o şekilde işkence ederdi. Bunun için veya kazık gibi askerleri çok olduğundan böyle nitelenmiştir. Ayetlerde ifade edilen azdıkları ve çok kötülük ettikleri de gösteriyor ki, bu azgın ve zâlim yöneticiler, Allah'a isyan edip baş kaldırdıkları gibi; zulüm ve düşmanlıkta da haddi ve ölçüyü aşmışlar, halklarına işkence ve eziyeti çoğaltmışlardı.

Tuğyâna Karşı Müslümanların ve Özellikle Âlimlerin Tavrı ne olmalıdır?




Tuğyanın temelinde 'kibir' ve 'benlik' yatar. Tağutlardan biri olan Şeytanın azgınlığının sebebi de kibir ve benlik idi. Tuğyan, küfür, şirk ve zulüm olarak insanlara yansır. 'Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.' (31/Lokman, 13) Çünkü şirk, bile bile hakkı inkâr etmek, nimeti görmemek ve onu verene isyan etmektir. Bu, iman noktasından bir tuğyandır. İman açısından tuğyan içinde bulunan kimsenin, uygulama bakımından da zâlim olması doğaldır. Firavun'un tuğyanı buna örnektir. Uygulama açısından tuğyan ise, zulüm ve haksızlıktır. Özellikle yetki sahibi bir kimsenin, kendisini haklı gösterecek bazı gerekçelerle(!) adaletten ayrılması ve emri altındakilere zulmetmesidir. Zaten, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen yöneticinin zâlim olmaması beklenemez. (5/Mâide, 45) Böyle kişilerin, hakkı korkusuzca söyleyen müslümanlar, özellikle de âlimler tarafından uyarılması gerekir. Tağutlaşan yöneticiye (sultanun câirun) karşı hakkı söylemek, mazlumları savunmak ve zulme engel olmaya çalışmak, en önemli ibadetlerdendir. 'Cihadın en üstünü, zâlim yöneticiye karşı hak sözü söylemektir.' (İbn Mâce, Fiten 20)




İslâm tarihi, zâlim sultanlara ve kötü yöneticilere karşı gelen güçlü bilginlerle doludur.
Örneklerden de anlaşıldığı gibi tuğyan (zulüm) , ister mü'min geçinsin, ister kâfir, maddî gücü ve siyasî iktidarı elinde bulunduran yöneticilerin yakalandıkları bulaşıcı bir hastalıktır. Yöneticiler, bu hastalıktan ancak hiç taviz vermeden Allah'ın kitabıyla hükmederek adalete sarılmak suretiyle ve yanlarına müttakî âlim yardımcılar (müşavirler) alarak kurtulabilirler. Bunun gerçekleşmesi için de, öncelikle sistemin tâğutî olmayıp İslamî olması gerekir. Adaletin gerçekleşmesi buna bağlıdır. Çünkü Allah'ın hükmü adalet; onun zıddı ise zulümdür. 'Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.' (5/Mâide, 45)




Tuğyankâr insanların özellikle elebaşıları ve önde gelenleri, kendi tuğyanlarını haklı göstermek ve insanlar üzerinde rableşip onların dünya hayatlarını düzenlemek için belli hükümler koyarlar. Böylece diğer insanlar da bunların koydukları hükümleri kabul eder, Allah'ın hükmünü bırakır, tuğyankârların hükümleriyle muhâkeme olunmak ister ve böylece tuğyankârlara hem ibadet etmiş, hem de onları velî edinmiş olurlar.

İşte, Kur'an, bunlardan birinci tür, yani tuğyankâr olan ve başkaları üzerinde rableşip tuğyanlarını haklı çıkarmaya, dünya hayatını yönlendirip vatandaşlarının rabbi kesilmeye girişen insanlara tâğut der. Bu kelimenin tekili de çoğulu da aynıdır; yani tağut bir yerde bir tane olabildiği gibi, işbirliği içinde birden fazla da olabilir.

Tağut, kendisini velî/dost edinenleri nurdan zulümâta çıkarır. Kendisi zulümât, yani karanlıklar içinde olduğu için kendi peşinden gidenleri de baş aşağı bu karanlıkların içine yuvarlar (2/Bakara, 257) . Böylece, tağutun peşinden gidenler, onu velî/dost edinmekle ona ibadet etmiş (5/Mâide, 60) olurlar. Allah'a imandan önce 'lâ/hayır' silahıyla tağuta küfretmeleri, onu tanımamaları gerekirken onun koyduğu hükümlerle muhâkeme olunmak istemekle Allah'a küfretmiş ve tağuta iman etmiş olurlar (4/Nisâ, 60) . Artık, karanlıkları yırtıcı birer ışık olan Kur'an ayetleri böylelerinin ancak tuğyan ve küfrünü arttırır (5/Mâide, 64) . Böylelikle, şirk toplumunun üzerine oturduğu üçlü de (tağut, onun tanrısı olan nefsi, yani heva ve hevesi ile yardımcılarıyla tağuta ibadet edenler) tamamlanmış olur; tevhid toplumunun yerini alır veya karşısına geçer.

Tâğut Kimdir?



Tağut, kelime olarak haddi aşan, azan, hakikatten sapan, taşkınlık gösteren ve her sapıklığın başı gibi anlamlara gelir; Istılahta ise Allah'a isyan eden anlamında kullanılır. Allah'ın
indirdiği hükümlere alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan her varlık tağuttur. Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında herhangi bir şey olması farketmez. Kur'an-ı Kerim'de: 'Andolsun ki, biz her kavme; 'Allah'a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının' diye (tebliğat yapması için) bir peygamber gönderdik.' (16/Nahl, 36) İnsanlar, sadece Allah'a kul olma, yalnız O'na ibadet etme hususunda istisnasız uyarılmışlardır. 'İman edenler Allah yolunda cihad ederler; küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar.' (4/Nisâ, 76) Yani insanlar ya Allah'a ibadet edecekler veya tağuta kul olacaklardır; bu iki yolun dışında üçüncü bir hal yoktur.




Kur'an-ı Kerim'de: 'Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar tağutun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki tağutu inkâr etmekle (tekfir etmek, lanetlemekle) emrolunmuşlardır.' (4/Nisâ, 60) buyrulmaktadır. Kur'an'daki bütün bu ayetleri dikkate alarak şu hususu belirtmekte fayda vardır: Tağutun hükümlerine râzı olanlar ve boyun eğenler, kâfirlerdir. Nitekim İbn Kesir, bu hususta şunları kaydediyor: 'Bu ayet-i kerimede (4/Nisâ, 60) Hz. Muhammed (s.a.s.) 'e ve diğer peygamberlere iman ettiklerini söylemekle beraber, ihtilaf ettikleri hususlarda, Allah'ın kitabından ve Peygamber'in sünnetinden kaçınıp, insanların kendi akıllarına göre (beşerî kanunlarla) hüküm vermesini isteyen kişinin iman iddiasını Allah reddetmektedir.' (İbn Kesir, 1/519)



Bugün dünyada; vahyi inkâr ederek, insanların çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün sistemler, Allah'ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad etmektedir. Dolayısıyla bütün sistemler, bu noktada 'tâğutî' özellikler taşırlar. Bu, bir anlamda bütün ideolojik sistemler için de geçerlidir. Daha genel bir ifade ile, İslam'ın dışındaki bütün sistemler tağutîdir. Tağutların hükümlerine göre yönetilen bütün yerlerde yaşayan mü'minlerin, Allah'ın indirdiği hükümlerin galip gelmesi uğruna mücadele etmekle vazifelidirler. Şurası unutulmamalıdır ki, tağutun hükümlerine 'evet' diyenler, Allah'ın dinine 'hayır ' demiş, küfretmiş durumundadırlar. Bunu ister bilerek, ister bilmeyerek yapsınlar durum asla değişmez. Çünkü bütün peygamberlerin insanlara; 'Allah'a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının' diye tebliğat yaptıkları ayetlerle sabittir. Tağutun hükümlerini inkâr etmeyen ve tağutî güçlerle mücadele vermeyen kimse, ne kadar âlim olursa olsun, 'müsteşrik' çizgisini asla geçemez.



Tağut, Hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve güce verilen addır. Şeytana da bu yüzden tağut denmiştir. Tağut, hakka, hakikate ve imana karşı gelen, Allah'ın kulları için çizdiği nizamı ve sınırları aşan herşeyi ifade eder. Tağut, bir şahıs olabileceği gibi, Allah nizamından alınmamış her türlü sistem, Allah'a bağlanmayan her çeşit fikir, düşünce, âdet ve alışkanlık da olabilir. Kim bütün bunları ne şekilde olursa olsun reddeder ve yalnız Allah'a iman edip bağlanır, sadece Allah'ın kanun ve nizamlarını kabul eder ve tüm yaşantısını buna göre düzenlerse, sağlam bir kulpa bağlanmış, yani kurtulmuş olur. (2/Bakara, 256) Tağutu reddetmeden iman eksiktir, yarımdır; böyle bir iman geçerli olmaz. Bu durum, aynen müşriklerin Allah'a inanması gibidir. Tağut, Allah'a ibadetten alıkoyan, Allah'a giden yolu tıkayan, dini Allah'a has kılmayı, Allah ve Rasülü'ne tâbi olmayı önleyendir. Bu, cinnî ve insî şeytan olabileceği gibi, ağaç, beton, tunç, taş, mezar, inek, para, ateş, âdet ve sistem de olabilir. Günümüzdeki medya araçlarının çoğunu da bu kavramın içine koyabiliriz.



Tağut kelimesi, sözlük anlamıyla, sınırları aşan herkes için kullanılır. Kur'an bu kelimeyi Allah'a isyan eden, Allah'ın kullarının hâkimi olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse için kullanır. Eğer bir kimse Allah'a isyan eder ve O'nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağuttur. Böyle bir kimse; şeytan, rahip, dinî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağutu reddetmedikçe Allah'a inanmış sayılamaz. Tağutun, tekil ve çoğul anlamı birlikte kullanılır. Çünkü Allah'ı inkâr eden kimse, sadece bir tek değil; binlerce tağutun kölesi olur. Tağut, ilahî olmayan hükümlere göre kararlar veren otorite demektir. Tağut kelimesiyle, aynı zamanda, Allah'ı tek hâkim / egemen ve Rasülü'nü nihâî otorite olarak tanımayan hüküm sistemleri de kastedilir.



Allah'ın emri dışındaki her çeşit sistem, Allah'ın şeriatına dayanmayan her türlü nizam tağuttur. Tağut, Allah'ın şeriatından başka bütün idare şekilleridir. Zira insan, ülûhiyet özelliklerinden birisini kendisine mal edip, adaletin ve hakkın ta kendisi olan şeriatın hudutlarını aşarak kendi egemenliğini ileri sürerse tuğyan etmiş ve kendi haddini aşmış demektir. Böyle bir şey, tuğyandır ve böyle iddialar ileri sürenler tâğî denilen haddini aşmış âsilerdir. Bunlara inananlar, bunlara tâbi olanlar şirk içerisindedirler, küfür içerisindedirler.




Nisa, 76. Ayetine göre tağut, Allah'a karşı olanların, uğruna savaştığı şey, nesne, insan, dâvâ, olarak anlaşılmaktadır. Tağut, itaatte Allah'a ortak koşulan her şeydir. Kendisine kayıtsız şartsız itaat edilecek tek merci Allah'tır. O'nun dışındakilere O'ndan dolayı itaat edilir. Bu tür itaatler, meşruiyetini Allah'tan alırlar. Kur'an, Allah'tan başkasına itaati, tağuta itaat ve ibadet olarak nitelemektedir (16/Nahl, 36) . İtaat edilen şey, Allah'ın hükümlerine aykırı olursa, itaat tağuta itaatin ta kendisi olmaktadır (4/Nisâ, 60) .



Tağut bir semboldür; küfrün, zulmün, şerrin, haksızlığın, adaletsizliğin, putçuluğun, azgınlığın, sapkınlığın ve daha aklınıza gelen tüm kötülüklerin sembolü. Bu sembol, bazan kendini Firavun ilan eden antik ya da çağdaş bir yönetici, bazan cansız bir eşya, bazan bir ideoloji, bazan da şeytan, uğur, şans, talih gibi soyut şeylerdir. Tağut, insanoğlunun ilahlaştırdığı her şeydir. Daha doğrusu tağut, insanla Allah arasına gerilen şeylerin tümüne verilen ortak isimdir. Allah'ın koyduğu sınırları çiğneyen insan tuğyan etmiştir. İşte tağut, o insana bu sınırları çiğneten şeydir. Eğer o şey insansa ve kâfirse ona itaat eden de kâfir olur; yok eğer insanın itaat ettiği tağut münâfıksa ona itaat eden de münâfık olur. Tabii fâsıksa fâsık; zâlimse zâlim olur.




Bütün bu açıklamalar çerçevesinde tağut, her türlü azgınlık, sapkınlık, aşırılık ve bâtıl inanç ve davranışları sembolize eder. Tağut, tuğyanı yaşayan ve yaşatmaya çalışan kişi ve güçtür.



Bir kalpte hem iman ve hem de aynı zamanda küfür bulunamaz. Bu iki olgu, ateş ile barut gibi yanyana bulunamazlar. Birisinin yerleştiği kalpte bir diğerine yer yoktur. Mü'min, kâfir ve münâfıktan farklıdır.

Tağut tanımına girenler şunlardır:

a- Arzuları mâbudlaştırılan nefis, tağuttur.
b- Allah'ın emir ve yasaklarını tanımayan, İslam nizamı ile çatışan düzen ve düsturlara çağıran her fert ve önder tağuttur.
c- Allah'tan gayrı, zâtında güç görülen eşya, insan ve putlar tağuttur.
d- Şeytan tağuttur.

e- Allah'ın şeriatı ile çatışan bütün gelenekler tağuttur.



Yolların ayrılış noktasındayız: İnsan, ya tağuta tâbi olup geçici zevkler peşinde koşacak; o zaman sonuç, dünyada zillet ve kullara kulluk; tağuta kalben teslim olmak (iman etmek) suretiyle hevâ ve heveslerine göre yaşamanın sonucu ahirette de varış, cehennem olacaktır. Veya tağutları reddedip Allah'a dostluk; hayatını İslam'ın hükümlerine göre tanzim edip izzetli, onurlu bir hayat ve cennet: 'Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah'a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.' (39/Zümer, 17-18) Bu iki inanç ve yaşama biçiminin dışında üçüncü bir durumdan söz etmek mümkün değildir!
“İman edenler Allah yolunda savaşır; küfredenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde, şeytanın dostlarıyla savaşın; çünkü şeytanın hilesi zayıftır.” (4/Nisâ, 76) 9; 9;



A- Tuğyanla İlgili Ayet-i Kerimeler Bakara, 15; En'am, 110; Maide, 64, 68; A'raf, 186; Hud, 112; Yunus, 11; Mü'minun, 75; İsra, 60; Kehf, 80; Taha, 24, 43, 45, 81; Saffat, 30; Sat, 55; Kaf, 27; Zariyat, 53; Tur, 32; Rahman, 8; Kalem, 31; Nebe', 22; Necm, 17, 52; Hakka, 5, 11, Naziat, 17, 37; Fecr, 11; Alak, 6; Şems, 11.




B- Tağutla İlgili Ayet-i Kerimeler Bakara, 256-257; Nisa, 51, 60, 76; Maide, 60; Nahl, 36; Zümer, 17.

____________________________________________________________________________

KURAN IŞIĞINDA TAĞUTLARA BELAMLARA VE MÜŞRİKLERE KARŞI MÜSLÜMANIN TUTUMU NASIL OLMALIDIR



·1 - Kafir ve müstekbirleri dost kabul etmek
· 2 - Müstekbirlerin propogandalarına aldanmak, çağrılarına icabet etmek
· 3 - Onların vaadini hak bilmek, onlara güvenmek
· 4 - Kafir ve müstekbirlerin doğru yolda olduklarını zannetmek
· 5 - Müstekbirlerden korkmak
· 6 - Müstekbirlere uymak ve onlara itaat etmek
· 7 - Kafir ve sapık atalara uymak
· 8 - Bel'am lara inanmak
· 9 - Müstekbirleri Allah'a eş koşmak

1- KAFİR VE MÜSTEKBİRLERİ DOST KABUL ETMEK :

4 Nisa 138-139 :
138 Münâfıklara, acı bir azâbın kendilerinin olacağını müjdele!
139 Onlar mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutuyorlar.
Onların yanında şeref mi arıyorlar? Bütün şeref, tamamen Allaha aittir.
5 Maide 80-81 :
80 Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Gerçekten nefislerinin, kendileri için yapıp gönderdiği ne kötüdür (ki o yüzden) Allâh onlara gazabetmiştir ve azâbda sürekli kalacaklardır.
81 Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilene inansalardı, o(inkâr ede)nleri veli yapmazlardı. Ama onlardan çoğu yoldan çıkmış insanlardır.
25 Furkan 28-29 :
28 "Vah bana, ne olurdu, ben falanı dost tutmasaydım!"
29 O beni, bana gelen Zikirden saptırdı. Zaten şeytân, insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakır."
58 Mücadele 14-15 :
14 Allâh'ın kendilerine gazabettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.
15 Allâh onlar için çetin bir azâb hazırlamıştır. Onlar ne kötü işler yapıyorlar.
60 Mümtehine 1 :
1 Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Elçiyi ve sizi (yurdunuzdan) çıkardıkları halde siz onlara sevgi iletiyorsunuz. Benim yolumda cihâdetmek ve benim rızâmı kazanmak için (yurdunuzdan) çıktığınız halde içinizde onlara sevgi (mi) gizilyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.
60 Mümtehine 8-9 :
8 Allâh sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan men'etmez. Çünkü Allâh, adâlet yapanları sever.
9 Allâh sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan men'eder. Kim onlarla dost olursa, işte zâlimler onlardır.
2- MÜSTEKBİRLERİN PROPOGANDALARINA ALDANMAK, ÇAĞRILARINA İCABET ETMEK :
23 Mü'minun 23-25 :
23 Andolsun biz, Nûh'u kavmine gönderdik: "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur, korunmaz mısınız?"
24 Kavminin içinden ileri gelen inkârcı bir grup (şöyle) dedi: "Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allâh (elçi göndermek) dileseydi, melekleri indirirdi. Biz ilk babalarımızdan böyle bir şey işitmedik."
25 "O, kendisinde delilik bulunan bir adamdır, başka bir şey değildir. Hele bir süreye kadar onu gözetleyin.
23 Mu'minun 32-39 :
32 Onlara da kendi içlerinden: "Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka Tanrınız yoktur, (Allâh'ın azâbından) korunmaz mısınız?" diyen bir elçi gönderdik.
33 Kavminden, kendilerine dünyâ hayâtında bol ni'met verdiğimiz o inkâr eden ve âhiret buluşmasını (hesap ve cezâsını) yalanlayan eşraf takımı dedi ki: "Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor."
34 "Eğer sizin gibi bir insana itâ'at ederseniz o takdirde siz, mutlaka ziyana uğrayanlarsınız demektir."
35 "O size, siz öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman yeniden hayâta çıkarılacağınızı mı va'dediyor?"
36 "Heyhât, o size va'dedilen şey ne kadar uzak!"
37 "Ne ise hep bu dünyâ hayâtımızdır; ölürüz ve yaşarız, biz öldükten sonra diriltilecek değiliz."
38 "O, Allah'a yalan uydurandan başka bir adam değildir. Biz ona inanıcı(insan)lar değiliz."
39 (O peygamber): "Rabbim, dedi, beni yalanlamaları karşısında bana yardım et."
28 Kasas 40-41 :
40 Biz de onu ve askerlerini tuttuk, suya attık; bak, o zâlimlerin sonu nasıl oldu!
41 Biz onları ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyâmet günü asla yardım olunmazlar.
34 Sebe 7-8 :
7 İnkâr edenler, dediler ki: "Siz tamamen dağılıp parçalandıktan sonra, mutlaka yeni bir yaratılış içinde olacağınızı size haber veren bir adam gösterelim mi size?"
8 "Allah'a yalan mı uydurdu, yoksa kendisinde delilik mi var?" Hayır, âhirete inanmayanlar, azâb ve uzak bir sapıklık içindedirler.
34 Sebe 31-33 :
31 İnkâr edenler dediler ki: "Biz ne bu Kur'ân'a, ne de bundan öncekilere inanırız." Sen o zâlimleri, Rablerinin huzûrunda tutuklanmış, birbirlerine söz atarlarken bir görsen: Zayıf düşürülenler, büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız, elbette biz inanan insanlar olurduk." diyorlar.
32 Büyüklük taslayanlar da zayıf düşürülenlere dediler ki: "Size hidâyet geldiği zaman sizi ondan biz mi engelledik? Hayır, zaten siz kendiniz suç işliyordunuz."
33 Zayıf düşürülenler büyüklük taslayanlara: "Hayır, gece gündüz dolap (kurar, kötülük aşılardınız) Allah'a nankörlük etmemizi, O'na eşler koşmamızı bize emrederdiniz." dediler. Ve azâbı gördüklerinde, içlerinde pişmanlıklarını gizlediler. Biz de o nankörlerin boyunlarına demir halkalar geçirdik. Yalnız yaptıklarıyle cezâlanmıyorlar mı?
40 Mu'min 11-12 :
11 Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günâhlarımızı itiraf ettik. Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı (acaba)?"
12 (Şöyle cevap verilir): Bu(duruma düşmeniz)in sebebi şudur: Tek Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ederdiniz. O'na ortak koşulunca inanırdınız. Artık hüküm yüce ve büyük Allâh'a âittir.
3- ONLARIN VAADİNİ HAK BİLMEK, ONLARA GÜVENMEK :
26 Şu'ara 41-42 :
41 Büyücüler gelince Fir'avn'e: "Eğer üstün gelenler biz olursak, bize mutlaka bir ücret var değil mi?" dediler.
42 "Evet dedi, hem o takdirde siz (bana) yakınlardan olacaksınız."
36 Yasin 74-75 :
74 Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'tan başka tanrılar edindiler.
75 (O tanrılar) Kendilerine yardım edemezler. Tersine kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir (Onları korumaktadırlar).
4- KAFİR VE MÜSTEKBİRLERİN DOĞRU YOLDA OLDUKLARINI ZANNETMEK :
4 Nisa 51-52 :
51 Kendilerine Kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? (Baksana onlar) cibt ve tâğût'a(59) inanıyorlar ve inkâr edenler için: "Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadır" diyorlar.



52 İşte onlar, Allâh'ın la'netlediği insanlardır. Allâh, kimi la'netlerse artık onun için hiçbir yardımcı bulamazsın.

6 En'am 71 :
71 De ki: "Allah'tan başka, bize ne yarar, ne zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Ve Allâh bizi doğru yola ilettikten sonra, ökçelerimiz üzerinde (eski durumumuza) döndürülüp; şeytânların ayartarak şaşkın bir halde çölde bıraktıkları; arkadaşlarının ise "Bize gel!" diye doğru yola çağırdıkları kimse gibi (şaşkın bir duruma) mı düşelim?" De ki: "Yol gösterme, ancak Allâh'ın yol göstermesidir. Bize, âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir."
7 A'raf 30 :
30 (O) bir topluluğu doğru yola iletti, bir topluluğa da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, şeytânları Allah'tan başka dostlar tuttular ve kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlar.
5- MÜSTEKBİRLERDEN KORKMAK :
4 Nisa 77 :
77 Kendilerine: "Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekâtı verin!" denilenleri görmedin mi? Kendilerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir grup, insanlardan, Allah'tan korkar gibi hattâ daha fazla korkmaya başladılar: "Rabbimiz, niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (savaş emrini bir süre geciktirsen) olmaz mıydı?" dediler. De ki: "dünyâ geçimi azdır, korunan için âhiret daha iyidir. Size kıl kadar haksızlık edilmez."
10 Yunus 83 :
83 Fir'avn'ın ve adamlarının, kendilerine kötülük yapmasından korktukları için kavminin içinde Mûsâ'ya, yalnız genç bir kuşaktan başkası inanmadı. Çünkü Fir'avn, yeryüzünde çok ululanan ve çok aşırı gidenlerden idi.
16 Nahl 51-52 :
51 Allâh: "İki tanrı tutmayın. O, ancak tek Tanrıdır. Yalnız benden korkun!" dedi.
52 Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Kulluğun da yalnız O'na yapılması lâzımdır. Siz, Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?
29 Ankebut 10 :
10 İnsanlardan kimi vardır ki "Allah'a inandık." der, fakat Allâh uğrunda kendisine eziyet edilince insanların işkencesini, Allâh'ın azâbı gibi sayar. Ama Rabbinden (sana) bir yardım gelse, andolsun: "Biz de sizinle beraberdik," derler. Allâh, âlemlerin göğüslerinde bulunan (düşünceler)i daha iyi bilmez mi?
41 Fussilet 29 :
29 (Ateşe giren) Kâfirler dediler ki: "Rabbimiz, bizi saptıran cin ve insanları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım da alçaklardan olsunlar!" .
6- MÜSTEKBİRLERE UYMAK VE ONLARA İTAAT ETMEK :
6 En'am 121 :
121 (Kesilirken) üzerine Allâh'ın adı anılmayan(hayvan)lardan yemeyiniz! Çünkü o(nu yemek), yoldan çıkmadır. Şeytânlar, dostlarına, sizinle mücâdele etmelerini fısıldarlar. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de ortak koşanlar(gibi olur)sunuz.
11 Hud 59 :
59 İşte 'Âd (kavmi), Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler, peygamberlerine karşı geldiler ve her inatçı zorbanın emrine uydular.
11 Hud 97-98 :
97 Fir'avn'a ve adamlarına. (Ama o insanlar), Fir'avn'ın buyruğuna uydular. Oysa, Fir'avn'ın buyruğu, doğruya iletici değildi.
98 (Fir'avn), kıyâmet günü kavminin önünde gidiyor. İşte onları ateşe getirdi. O varılan yer de ne fenâ bir yerdir!
14 İbrahim 21 :
21 Hepsi Allâh'ın huzûrunda göründüler. Zayıflar, büyüklük taslayan(önder)ler(in)e: "Biz size tâbi idik. Şimdi siz, bizden Allâh'ın azâbından (en ufak) bir şey savabilir misiniz?" dediler. (Büyüklük taslayanlar kendilerini ma'zur göstermek için: "Ne yapalım?") dediler: "Allâh bize yol gösterseydi, biz de size yol gösterirdik. Artık biz sızlansak da, sabretsek de birdir; kaçıp sığınacak bir yerimiz yoktur!"
33 Ahzab 66-68 :
66 Yüzleri ateşin içinde çevrildiği gün: "Eyvah bize! Keşke Allah'a itâ'at etseydik, Elçiye itâ'at etseydik!" derler.
67 Ve dediler ki: "Rabbimiz, biz beylerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar."
68 "Rabbimiz, onlara iki kat azâb ver ve onlara büyük bir la'net eyle!"
40 Mü'min 47-48 :
47 Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara dediler ki: "Biz size uymuştuk. Şimdi siz, şu ateşin ufak bir parçasını bizden savabilir misiniz?"
48 Büyüklük taslayanlar da dediler ki: "Hepimiz de onun içindeyiz. Allâh kullar arasında (böyle) hüküm verdi!"
47 Muhammed 25-28 :
25 Kendilerine doğru yol belli olduktan sonra arkalarına (yine eski küfürlerine) dönenlere, şeytân hatâlarını süslemiş ve (günâh işlemelerini) kolaylaştırmış ve onları uzun emellere, umutlara düşürmüştür.
26 Bu böyledir. Çünkü onlar, Allâh'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: "Bazı hususlarda size itâ'at edeceğiz" dediler. Oysa Allâh, onların gizlediklerini biliyor.
27 Ya melekler, canlarını alırrken yüzlerine ve kıçlarına vurarak dövünecekleri zaman durumları nice olur?


28 Bu böyledir. Çünkü onlar, Allâh'ı kızdıran şeylerin ardınca gittiler. O'nu râzı edecek şeylerden hoşlanmadılar. Allâh da onların amellerini boşa çıkardı.
7- KAFİR VE SAPIK ATALARA UYMAK :
2 Bakara 170 :
170 Onlara: "Allâh'ın indirdiğine uyun!" dense, "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz(yol)a uyarız!" derler. Peki ama, ataları bir şey düşünmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (atalarının yoluna uyacaklar)?
5 Maide 104 :
104 Onlara: "Allâh'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin!" dense, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!" derler. Babaları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?
7 A'raf 28 :
28 Onlar bir kötülük yaptıkları zaman:
"Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allâh emretti." dediler. "Allâh kötülüğü emretmez, de, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?"
7 A'raf 172-173 :
172 Rabbin, Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye onları kendilerine şâhid tutmuştu. "Evet, (buna) şâhidiz!" dediler. kıyâmet günü "Biz bundan habersizdik!" demeyesiniz.
173 Yahut: "(Ne yapalım) daha önce babalarımız (Allah'a) ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil old(uğumuz için öyle yapt)ık. (Gerçekleri) iptal edenlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk mı ediyorsun?" demeyesiniz diye (sizin Rabbiniz olduğum hakkında sizleri şâhid tutmuştuk).
10 Yunus 78 :
78 Dediler ki:
"Sen bizi, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden çeviresin de yeryüzünde büyüklük yalnız ikinize kalsın diye mi geldin? Biz size inanacak değiliz!"
21 Enbiya 52-54 :
52 Babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin şu karşısında durup taptığınız heykeller nedir?"
53 "Babalarımızı onlara tapar bulduk (da onun için biz de onlara tapıyoruz.)" dediler.
54 "Doğrusu siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içine düşmüşsünüz!" dedi.
26 Şu'ara 70-74 :
70 Babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?" demişti.
71 "Putlara tapıyoruz, onların önünde ibâdete duruyoruz." dediler.
72 "Peki, dedi,
siz du'â ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?"
73 "
Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı?"
74 "Hayır, ama babalarımızın böyle yaptıklarını gördük, (onun için biz de böyle yapıyoruz)." dediler.
37 Saffat 69-70 :
69 Çünkü onlar babalarını sapık kimseler buldular.
70 Kendileri de onların izlerinde koşturuyorlar.
43 Zuhruf 21-24 :
21
Yoksa bundan önce onlara bir Kitap vermişiz de ona mı sarılıyorlar?
22 Hayır, (ne bilgileri var, ne de Kitâpları). Sadece: "Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerinde gidiyoruz" dediler.

415 Bütün delîlleri, körü körüne taklîdden ibârettir.

23 İşte böyle, senden önce de hangi kente uyarıcı gönderdiysek mutlaka oranın varlıklıları:
"Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız." dediler.
24
"Ben size, babalarınızı, üzerinde bulduğunuz(din)den daha doğrusunu getirmiş olsam da (yine babalarınızın yolunu)mu (tutacaksınız)?" dedi. "Doğrusu biz sizinle gönderilen mesajı tanımıyoruz." dediler.
53 Necm 23 :

23
Onlar, sizin ve babalarınızın, (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş, kavramsız) isimlerden başka bir şey değildir. Allâh, onlara hiçbir güç (tanrı oldukları hakkında hiçbir delil) indirmemiştir. O(putlara tapa)nlar zanna ve nefislerin hevesine uyuyorlar. Oysa kendilerine, Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.
8- BEL'AMLARA İNANMAK :
31 Lokman 33 :
33 Ey insanlar, Rabbinizden korkun ve babanın, çocuğunun cezâsını çekmeyecei, çocuğun da babasının cezâsını çekmeyeceği (hiç kimse, kimsenin borcunu ödemeyeceği) günden çekinin. Allâh'ın va'di gerçektir. Dünyâ hayâtı sizi aldatmasın. O aldatıcı (şeytân), sizi Allâh hakkında (O'nun) yumuşak davranmasına, mühlet vermesine güvendirerek) aldatmasın.
35 Fatır 5 :
5 Ey insanlar, Allâh'ın va'di gerçektir; sakın dünyâ hayâtı sizi aldatmasın, o aldatıcı, sizi Allâh(ın affına güvendirmek sûreti) ile aldatmasın.
37 Saffat 27-33 :
27 Birbirlerine döndüler, soruyorlar.
28 (Uyanlar, uydukları adamlara) Dediler ki: "Siz bize sağdan gelir(güvendiğimiz yandan bize sokulup vesvese verir)diniz."
29 (Ötekiler de): "Hayır, dediler, zaten siz kendiniz inanan insanlar değildiniz."
30 "Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu. Siz kendiniz azgın bir toplum idiniz."
31 "Artık Rabbimizin sözü bize hak oldu. Biz (hak ettiğimiz cezâyı mutlaka) tadacağız!"
32 "Sizi azdırdık, çünkü biz kendimiz azmıştık(siz de bize uyunca azmış oldunuz)."
33 O gün onlar azâb (çekme)de ortaktırlar.
72 Cin 4-5 :
4 Meğer bizim beyinsiz (İblis veya cinlerin kâfirleri) Allâh hakkında saçma şeyler söylüyormuş.
5 Biz insanların ve cinlerin, Allah'a karşı yalan söylemeyeceklerini sanmıştık (onun için o beyinsizin sözüne uymuştuk), .

9- MÜSTEKBİRLERİ ALLAH'A EŞ KOŞMAK : 2 Bakara 165-167 :
165 İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar, Allâh'ı sever gibi onları severler. İnananlar ise en çok Allâh'ı severler. Zulmedenler, azâbı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a âidolduğunu ve Allâh'ın azâbının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi!
166 İşte uyulanlar, uyanlardan uzak durdular; azâbı gördüler, aralarındaki bağlar kesildi.
167 Uyanlar, şöyle dediler; "Âh keşke bir daha dünyâya gitmemiz mümkün olsaydı da şimdi onların bizden uzak durdukları gibi biz de onlardan uzak dursaydık!" Böylece Allâh, onlara işledikleri bütün fiilleri hasretler (pişmanlık kaynağı olarak) gösterir. Ve onlar, ateşten çıkamazlar.
7 A'raf 194 :
194 Allah'tan başka yalvardıklarınız da sizler gibi kullardır, (onların tanrı olduğu hakkındaki iddiânızda) doğru iseniz, çağırın onları da size cevap versinler.
26 Şu'ara 91-102 :
91 Cehennem de azgınların karşısına çıkarılır.
92 Onlara "Hani taptıklarınız nerede?" denilir.
93 "O Allah'tan başka (taptıklarınız) size yardım ediyorlar mı, yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?"
94 Onlar ve azgınlar, tepe taklak oraya atılırlar.
95 İblis'in bütün askerleri de.
96 Onlar orada (putlarıyle) çekişerek derler ki:
97 "Vallahi biz apaçık bir sapıklık içinde imişiz!"
98 "Çünkü sizi âlemlerin Rabbine eşit tutuyorduk."
99 "Ama bizi saptıran o suçlulardır."
100 "Şimdi artık bizim ne şefâ'atçilerimiz var",
101 "Ne de sıcak bir dostumuz."
102 "Âh keşke bir dönüşümüz daha olsa da inananlardan olsak!"
28 Kasas 62-64 :
62 O gün (Allâh) onlara seslenerek: "Benim ortaklarım (olduklarını) sandığınız şeyler nerede?" der.
63 (Azâb) söz(ü) üzerlerine hak olanlar: "Rabbimiz, azdırdıklarımız şunlar. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. (Biz azdık, onlar da bize uydular. Onların yaptıklarından) uzak olduğumuzu, (bu hususta bizim suçumuz olmadığını) sana arz ederiz. Zaten onlar bize tapmıyorlardı (kendi arzularına tapıyorlardı)." derler.
64 (Allâh tarafından) onlara: "(Bana), koştuğunuz ortakları çağırın!" denir. Onları çağırırlar. Fakat (çağırılanlar), bunların çağrısına cevap vermezler ve (bunlar), karşılarında azâbı görürler (sanki çağırdıkları şey, azâbın kendisi olmuştur). Ne olurdu (sanki dünyâda) yola gelselerdi!
79 Nazi'at 20-24 :
20 Ona büyük mu'cizeyi gösterdi.
21 Fakat o yalanladı, karşı geldi.
22 Sonra sırtını döndü; (Mûsâ'nın getirdiklerini iptal etmek için) çalışmağa koyuldu.
23 (Adamlarını) Topladı, (onlara) bağırdı:
24 "Ben sizin en yüce Rabbinizim!" dedi.

-----------------------------------------------------------------------------


Tâgut

http://img152.imageshack.us/img152/7049/lailaheillallah5jx.gif
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
 
 
Tâgut
 
 
Tâgut genel olarak; kendisine ibadet ettirmek, tabi olunmasını istemek, itaate zorlamak suretiyle haddini aşan mahluk demektir.
 
 
Bu tariften anlaşılıyor ki tâgutlar genel olarak üç türlüdür.
 
 
1 - İbadet edilen tâgutlar:
 
Kendilerine ibadet edildiğinde buna rıza gösterenler, kendilerine ibadete çağıran kimseler, putlar ve şeytan bu bölüme girer.
 
 
2 - Tâbi olunan tâgutlar:
 
Kötü alimler, sapık şeyhler ve aslında küfür düzenlerine hizmet ettikleri halde sözde İslam'ı gaye edinerek ortaya çıkan grup, parti veya kurumda liderlik edenler bu bölüme girer.
 
 
3 - İtaat edilen tâgutlar:
 
Allah-u teala'nın haramını helal, helalini haram yapan hakimler, emirler, kabile reisleri, kahinler, sihirbazlar ve Allah-u teala'nın şeriati dışındaki hükümlerle hükmeden hakimler ve Allah-u teala'nın şeriatine zıt kanun koyanlar bu bölüme girer.



 "Tâgutların Başları
 
 
Tâgutların Başları:

Tâgutlar sayı bakımından çoktur. Fakat Kur'an ve sünnete bakıldığında onların başları ve ileri gelenlerinin beş olduğu anlaşılmaktadır.

Bunlar sırasıyla şöyledir:
 
 
1 - Allah-u teala'dan başkasına ibadete çağıran iblis.
 
İblis şöyle tâgut olmuştur; küfre girmekle yetinmemiş, insanlara küfrü ve şirki süslü göstermiş, onları bu amellere çağırmış ve yapmalarını emretmiştir.

İblis ve şeytanlar tâgutların en büyüğü ve en tehlikeli olanıdır. Çünkü hem kendine ibadete çağırmakta, hem kendisinden başkasına ibadete çağırmakta, hem de Allah-u teala'nın hükümlerini değiştirmeye çağırmaktadır. Aynı zamanda gaybı bildiğini iddia eden tâgutlara yardım etmektedir.

Allah-u teala şöyle buyuruyor:

"Ey ademoğlu! Ben size apaçık düşmanınız olan şeytana değil yalnız bana ibadet edin dosdoğru yol budur, diye bildirmedim mi?" (Yasin: 60-61)
 
 
2 - Allah-u teala'nın hükmünü değiştiren zalim idareciler.
 
Bunlar Allah-u teala'ya rağmen teşri koyanlardır. Bu tür idareciler apaçık bir şekilde mutlak olarak tafsilatsız kafirdir. Hatta Allah-u teala'nın şeriatine muhalif tek bir kanun koysalar bile. Bu yaptığını caiz görmezse, Allah-u teala'nın hükmünün kendi koyduğu hükümden daha iyi olduğuna inansa bile büyük küfür işlemiş ve kafir olmuştur.

Bu konuda kalpteki inanç muteber değildir. Yaptığı amele bakılır.

Burada kafir olmasının sebebi Allah-u teala'ya rağmen, Allah-u teala' nın kanunlarına rağmen bir kanun, bir teşri koymasıdır. Bu durumda neye inandığı önemli değil, ne yaptığı önemlidir. Bunun delili ise Allah-u teala'nın şu ayetleridir.

"Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyi kendilerine dinden bir şeriat koyan ortakları mı vardır? " (Şura: 21)

"O (Allah) ki; yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir bina kıldı. Gökten su indirip sizlere rızık olmak üzere ürünler meydana getirdi. (Bunları) bile bile artık Allah'a endad edinmeyin (eşler koşmayın)." (Bakara: 22)

"Ey Muhammed! Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâguta muhakeme olmak istiyorlar. Oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister." (Nisa: 60)
 
 
3 - Allah-u teala'nın indirdiği ile hükmetmeyenler.
 
Allah-u teala şöyle buyuruyor:

"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir." (Maide: 44)

(Bu konu hakkında detaylı bilgi için "Davetçinin Tefsiri" veya " Tâgutu Reddetmek Tevhidin Gereğidir" veya "Hakimiyet Allah'ındır" kitaplarına bakınız .)
 
 
4 - İnsanları kendisine ibadete (genel manadaki ibadete) çağıran ve zamanımızdaki yöneticilerin yaptıkları gibi şeriatten alınmamış, insanların koyduğu kanunlara muhakemeye zorlayanlar.
 
Allah-u teala şöyle buyuruyor:

"Bunlar içinde kim: "Ben Allah'tan başka bir ilahım" derse işte onu cehennemle cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını böyle veririz." (Enbiya: 29)
 
 
5 - Gaybı bildiğini iddia edenler.
 
Allah-u teala şöyle buyuruyor:

"Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali kılmaz. Ancak elçileri (rasulleri) içinden razı olduğu, seçtiği kimseler başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyiciler (gözetleyiciler) dizer." (Cin: 26-27)

"Gaybın anahtarları O'nun katındadır. Ondan başka hiç kimse onu bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir." (En'am: 59)


1 - Tağutu Red:

“Kim tağutu inkar edip....”

Bundan kasıt; "La ilahe"dir. Kişinin müslüman olabilmesi için öncelikle tağutu reddetmesi gerekir. Ancak tağutu reddedebilmek için onun ne olduğunu bilmek gerekir. Çünkü tağutun manasını bilmeyen onu reddedemez. Tağutu reddetmediği müddetçe müslüman da olamaz. Tağutun ne olduğunu bilmeyen, ya bilmediği birşeyi reddeder ya da reddetmemesi gereken bir şeyi reddeder. İşte Allah (c.c) bu şekildeki bir redden asla razı değildir. Öyleyse insanların müslüman olabilmeleri için reddetmeleri gereken tağut nedir?

Tağut : Arapça bir kelimedir ve "tağa" (haddini aştı) kökünden türemiştir. Kelime olarak; "haddini aşan mahluk" demektir.

Şer'i manada tağut;

a - Allah ve Rasulünün koyduğu ölçüler dışında ölçüler koyan, insanı Allah'a ibadetten alıkoyan, dini Allah'a has kılmayı, Allah ve rasulüne tabi olmayı engelleyen herşeydir. Bu insi ve cinni şeytan, nefis, hayvan, ağaç, para, taş, kadın, mezar olabileceği gibi Allah'ın hükümleri dışında hükümler koyan zalim bir diktatör, halkın seçtiği seçkin bir zümre, bir meclis veya bir grup bilim adamı da olabilir.

İnsanlar arasındaki hukuki ilişkileri, davranış biçimlerini, ekonomik meseleleri kısaca beşeri münasebetleri düzenleyen ve müeyyideye bağlayan, Kur'an ve sünnetten kaynaklanmayan ister yabancı, ister yerli, her türlü beşeri kanun, ilke, değer yargısı ve davranış kalıpları bu kelimenin anlamı içine girer.

b - İbadet, ittiba ve itaat konusunda haddini aşan mahluk demektir.

Her kavmin tağutu; Allah ve Rasulü dışında kendisine muhakeme olunan veya Allah dışında kendisine ibadet edilen veya Allah'ın izin vermediği konularda kendisine tabi olunan varlıklardır.



BiSMiLLAHiRRAHMANiRRAHiM  
 


Google Arama
Sitemde Arama
SAAT VE TARIH

saat
Esma-ul Husna






"Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum, nereye gitsem o benimle gelir. Hapsedilmem halvet, sürgün edilmem hicret, öldürülmem şehadettir. Değil mi ki göğsümde Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün sünneti vardır!" ibn teymiyye r.a Facebook'tan bizi takip edin
 
 
 

İstatistikler

Bugün Ziyaretçi: 48
Tıklama: 57
Online: Kişi var
3.15.218.254
 
Bugün 48 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol